Medeniyetlerin Buluşma Noktası : ANTAKYA | Feride Hande Gemici
Pazar, 21 Kasım 2010 00:00Medeniyetlerin Buluşma Noktası : ANTAKYA

Cumhuriyetimizin 87.yılını kutladık geçtiğimiz hafta...Ulusal bayram ve resmi tatil olması sebebiyle biz Seyyah fotoğrafçıların rotası bu kez ANTAKYA idi... Dünyada hiçbir kent, ne topraklarının bereketi, ne de ticaretteki zenginliği bakımından bu kenti geçemezdi.” Bu sözler, IV. yüzyıl Roma döneminde yaşayan ünlü tarihçi Ammianus Marcelleinus’e ait. Antakya Medeniyetlerin buluştuğu, birçok din ve dilin bir arada özgürce ve hoşgörü ile yaşadığı bir kent...ve ötesi...

TATMADAN GEÇMEYİN...

İlk gün yerleşiyoruz Barbaranın Evi’ne...Barbara 30 yıldır Antakya’da yaşayan bir Alman. Kurtuluş Caddesi üzerindeki tarihi Antakya Evi’ni restore ettirdikten sonra bizim gibi misafirlere kapılarını açmış.22 kişilik ekibimizle kocaman bir AİLE olarak en keyifli günlerimizi geçirdiğimizi söyleyebilirim; “The BARBARA”da...3 gün boyunca Antakya’nın kendine özgü daracık, abbaralar ile süslenmiş renkli sokakları içindeki evimizden biraz ötedeki  LEBAN’da kahvaltımızı ediyoruz. Burada mekanın sahibi fotoğrafçı-gazeteci Ayhan Bey ile tanışıp hoş bir dost ediniyoruz. İlk durağımız Antakya Arkeoloji Müzesi ve içinde bulunan MOZAİK MÜZESİ. Antakya Mozaik Müzesi, sergilenen mozaiklerin büyüklüğü, sayısı ve kalitesi açısından dünyanın en zengin ikinci mozaik müzesi sayılıyor. Bu anlamda Antakya’daki ilk duraklarınızdan biri burası olmalı kanımca...Hatrı sayılır vaktimizi burada geçirdikten sonra Asi Nehri  üzerindeki Ata Köprüsünü geçiyoruz. Ulu Camii ve Uzun Çarşı bu rotadaki ilk uğrak yerlerimiz oluyor. Ulu Camii Memlüklülerden kalma ve  yörenin en eski camii...Uzun Çarşı ise ipekçiler, sabuncular, kadayıfçılar ,baharatçılar ve bakırcılarla dolu, yerel hayatı en iyi şekilde yansıtan yerlerden biri...Çarşı içindeki Kurşunlu Han’da da çekimlerimizi gerçekleştirip meşhur  künefeci YUSUF USTA’ya Künefelerimizi yemeye gidiyoruz.3 gün boyunca Antakya da yediğimiz Künefelerden daha farklı bir hazırlanış ve pişiriliş tarzı ve lezzeti var Yusuf Usta künefesinin...Tadmadan asla geçmeyin...Uzun Çarşıdan çıkıp Kurtuluş Caddesindeki Cam Müzesi’ni ziyaret ediyoruz. Cam Müzesinin sahibi Şadi Asfuroğlu aynı zamanda bir Diş Hekimi. Atadan kalma Antakya Evini kendi hobisi çerçevesinde değerlendirmiş ve bu Cam Müzesini oluşturarak ziyarete açmış. Şadi Bey çok akıllı oğlu Ufuk ile birlikte Cam üfleme sanatının inceliklerini hoş bir izleti ile gösteriyor bizlere. Camdan yapılmış yüzüklerimizi de parmaklarımıza takıp, akşam yemeğine hazırlanmak için EVİMİZE doğru yol alıyoruz. Akşam yemeğimiz Antakya Evinde... Başta Humus, Kısır, Zahter Salatası olmak üzere çeşit çeşit mezeler eşliğinde Kağıt Kebabı ana yemek olarak geliyor. Hafiften başlayan fasıl ve çakırkeyif yürekler ile soframız en lezzetli halini alıyor. Gecemizin devamını Liwan Otelde canlı performansı ile Levent’i dinleyerek ve dans ederek geçiriyoruz. İkinci günümüze Hristiyanlığın bilinen en eski kiliselerinden biri olan St.Pierre Kilisesini ziyaret ederek başlıyoruz. St.Pierre’in ardından ,Aknehir Beldesi sınırları içinde yer alan St.Simon Manastırını keşfe gidiyoruz. St.Simon Terk-i Dünya tarikatının kurucusu. Bilinenlere göre; Kilikya ile Suriye’nin birleştiği sınır bölgede doğduğu söylenen ve genç yaşta Antakya’da yaşamaya başlayan Simon, bir manastırda aldığı temel din eğitiminden sonra kendini kentin dışında bir hücreye kapatır. Burada 3 yıl yaşadıktan sonra kentin yakınında bir dağa çıkarak, burada kendini bir kayaya zincirler ve çevresine çizdiği bir çemberin dışına çıkmadan yaşamaya başlar. Sabrı, dayanıklılığı, inancı kısa zamanda duyulur ve Hıristiyanlık dünyasının her yanından hastalar, dertliler, çaresizler Simon’a akın etmeye başlar. Milattan sonra altıncı yüzyılda St.Simon adına buraya bir manastır yapıldığı belirtiliyor. Burada inzivaya çekilen St. Simon, 20 metre yüksekliğindeki taş sütun üzerinde 45 gün yaşar. Denizden yüksekliği 479 metre olan bir tepe üzerinde bulunan manastır kalıntıları, bin beşyüz metre kare alan üzerinde bulunmaktadır.Manastır kalıntılarının bulunduğu  yerdeki Rüzgar Güllerinin görsel şölenleriyle St.Simon ziyareti gezinin en keyiflilerinden biriydi. Buradan sonraki istikametimizi Musa Dağının güneyinde kurulmuş bir antik kent olan ÇEVLİK’e (Seleukeia Pieria) çeviriyoruz. Şehrin içindeki diğer buluntular Titüs Vespasianus Tüneli ,Dor Mabedini ve Kaya Mezarlarını görüp yol boyunca satılan Antakya’ya has Ceviz Reçeli ve Defne yağlarından da almayı ihmal etmiyoruz. Samandağı’nın 14 km.uzunluğundaki ve bu anlamda dünyanın sayılı  sahillerinden sayılan Samandağ Sahilinde ters ışık ve model çekimlerimizi de gerçekleştirip akşam yemeği için Samandağ Aspava Restoran’a doğru yol alıyoruz.

İPEK BELGESELİ...

Gezimizin son gününde bizim de kaldığımız bölgede yer alan Ortodoks, Protestan ve Katolik Kiliselerini sınırlı zaman içerisinde bitirmeye çalışıyoruz. Bizi sabırsızlaştıran 2 şey Antakya gezimize damgasını  vuruyor. İlki İNCİ KIRAATHANESİ yani bilinen adıyla AFFAN KAHVESİ...Burası geleneksel yaşamın hoş bir tezahürü. İlerleyen yaşlarına rağmen ütülü ceket ve pantolonları ile Affan’a gelen büyüklerin keyifli sohbetlerinin yanı sıra tavla oyunlarına, iskambil açışlarına da keyifle şahit oluyorsunuz. Sohbetleri içten ve gerçekçi...Kıraathane turistlerce çokca ziyaret edilen bir yer halini almış haliyle. Duvarlarında Antakya’nın Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını katılmasını temsilen nice fotoğraf var. Söylemeden geçemeyeceğim, Antakya’da Alevisi, Sünnisi, Ermenisi, Yahudisi, Ortodoksu ya da Katoliği...hepsinin ortak tek bir söylemi var ki o da” İYİ Kİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ SINIRLARI ve ÇATISI ALTINDA” oldukları. Kıraathanenin botanik bahçesini andıran çakıl taşları ve ortasında süs havuzu bulunan avlusunda oturup Affan kahvesi ve eşliğinde yine o çok meşhur gül şuruplu Haytalıyı yemek unutamayacağınız BAŞKA bir keyif ...Kıraathane sahipleriyle sohbetimiz ve çekimlerimizden sonra gezimize ikinci damgayı  Harbiye’de ipek yapım aşamasının ipek kozalağından ipeğin dokunmasına kadar geçen süreyi belgesel tadında yaklaşık 2 saat boyunca izlememiz vuruyor. Bunun için Antakya’da bize bir anlamda rehberlik eden sevgili Ayhan bey’in yardımlarıyla YILMAZ İPEKÇİLİĞİN en büyük üyesi Hasan Amcanın sanatçı ruhu ve becerisi ile oğlu Yılmaz Bey’in misafirperverliği sayesinde Belgesel tadında çekimlerimizi yapıp, işin incelikleri hakkında bilgiler alıyoruz. Dokuma atölye ve tezgahlarını geziyoruz ve aldığımız renkli renkli ipekleri çantalarımızın en güzel köşesine yerleştiriyoruz. Yılmaz Beyin iki kız kardeşinin avuç içlerindeki kınaları beğenmem üzerine bu tatlı ev sahibelerinin kına ikramlarını kırmıyor tek avucuma kınamı da yakıp Hasan Amcaya ve ailesine Allahaısmarladık ediyoruz.Harbiye Şelalerini vakit yetersizliği sebebiyle yalnızca uzaktan görüp yine Ayhan Bey’in önerisiyle burada bulunan Heykeltıraş Abdullah Bey’in atelyesinde kendisinin yaptığı Heykeleri ve Mozaikleri görüyoruz. Harbiye dönüşü Kayseri’ye doğru yol almadan evvel Antakya da ikincisi düzenlenen ve İYİ Kİ görmüşüm dediğim Antakya Bienali’nin bir bölümünü gezme fırsatını yakalıyoruz. Farklı kültürlerin hoşgörü içinde yaşadığı bir yerde sanatın bu denli özgürce ifade edilmesine elbette şaşmamak gerekli diye düşünüyorum. Antakya halkının şehrin havasına dahi karışan hoşgörüsü, sahip olduğu tarihinin görsel anlatımı ve dokusuyla gönlümde bir başka yer edindiği kesin. İlk fırsatta sizlerin de Antakya keşfini kendi gözlerinizle gerçekleştirmeniz dileğimle..

Ziyaretçi Yorumları
  • yasemin
    tüm yorumlar
    YENİ GÖREVİNDE BAŞARILAR DİLERİM CİĞERİM KARDEŞİM. İŞTE SENİN GÜZELLİĞİN . İŞTE SENİN ASALETİN. İŞTE SEN. SENİN GİBİ BİR İNSANIN VARLIGINDAN HABERLERİ OLMALI. SENİ TANIMAYANLAR BİLMEYENLER......
  • yasemin
    tüm yorumlar
    HANDE cim hani yazmışsınız ya BİR HASRET BİN ÖZLEM...aynen öle işte. hümanın kokusunu özledim. sizin sayeniz de hayatım da geçirdiğim en güzel günlerimi özledim. hani siz asansördeyken bile...
  • tüm yorumlar
  • MERYEM
    tüm yorumlar
    müzik zevklerimiz bir olduğu için arattığım bir şarkıda çıktınız karşıma severek takip ediyor ve dinliyorum. Baktım herkez bişeyler yazmış bende yazayım dedim sevgiler.
  • Derya Aksu Demirezen
    tüm yorumlar
    Yıllar önce dede ve babaannem ermeni soykırımından kaçarak ağrı ya gelmişler. Babam liseye kadar yaşamını ağrı yığnıtepe köyünde geçirmiş. Bizler hala oraları göremedik.Sizin bu yazınızı okuduktan...
  • lerzan kara
    tüm yorumlar
    tatlım az evvel gezerken rastladım sana yazılarını okudum geçirdiğin rahatsızlık neydi bilemiyorum ama inş. tekrar yaşamazsın sevdiğim adamla evliyim demişsin bunada çoook içten sevindim çook...
  • selim altındiş
    tüm yorumlar
    Sevgili Feride Hande; kişisel sayfanın yeni yüzü çok hoşmuş yazılarını sevrek okumaya devam edecez.sevgiler saygılar...
  • Derya Aksu Demirezen
    tüm yorumlar
    Bahtsızım demek kabul edip önüne çıkan fırsatlar varsa bile değerlendirememek, doğru anda doğru hareketi yapamamak, fırsatı görüp değerlendirememek gibi sayamayacağım kadar çok şeye sebep olan...
  • Derya Aksu Demirezen
    tüm yorumlar
    Merhaba; Yazılarınızı çok severek okuyorum. Beni farklı açılardan düşündürtüp, hayata dair yeni pencereler açıyor. Yüreğinize, elinize sağlık. Yeni siteniz de çok güzel olmuş. Hayırlı olsun! Sevgi...
  • meral özkan
    tüm yorumlar
    Güzel kızım, Erdemin, derinliğin, güçlü kişiliğin ve yaşının çok üzerindeki olgunluğun, yazılarına o kadar güzel yansımış ki... Geçmişe dair gönül gezdirdiğim bir ruh hali içinde, başta annen...
  • tüm yorumlar
  • tüm yorumlar