Çok iyi hatırlarım ben 8, ortanca kız kardeşim Hüma 7 yaşında idik… Babamızın doğu görevi için yemyeşil doğası ve eşsiz insanları ile bir başka memleket Erzincan’da yaşıyorduk. O vakitler, hala görüştüğümüz, iki aile dostumuzun bizlerle yaşıt kızlarına, kendi kırmızı tabanı beyaz çizgili botlar alınmıştı. Haliyle Hüma ile ben de o botların aynısından istemiştik. Ancak bize henüz yeni bot alınmış olduğundan anne ve babamızı ikna edememiş ve ‘kırmızı’ botsuz bir kış geçirmiştik( Pek trajik). Şimdi kendisi de 4 yaşında bir erkek evlat sahibi canım Hüma’cığım ne denli heves etmiş ve bu hevesi kırılmışsa; aradan geçen onca yıla rağmen geçtiğimiz günlerde bir seyahatimiz esnasında anneme bu hususta serzenişini birden dile getiriverdi:
”Anne aşk olsun sen Hande ile bana o kırmızı botlardan almamıştın. Ben hala onu unutamıyorum.” Annemin içine düşen kora mı üzüleyim, Hüma’nın trajikomik ifadesiyle “kırmızı botlar” deyişine gülmek ile hüzünlenmek arasında mı kalayım bilemedim. Bildiğim sonrasında seyahat boyu bu mevzu üzerine epey düşündüğüm. Çocukluğumuz... Hepimizin çocukluğu.
İnsanın ‘Anayurdu’ çocukluğudur... Yıllar da geçmiş olsa, araya mesafeler, başka hayatlar da girmiş olsa Anayurdumuzu hep özleriz; çünkü biz oraya aidizdir. Şu dünyanın bize yük geldiği vakitlerde çocukluğumuza tıpkı anayurduna hasret kalmış bir gurbetçi gibi sığınırız. Bize kucak açmasını, tüm yalnızlığımıza bir daha yerine koyamayacağımız anılarımızla bize dostluk etmesini bekleriz. Pek tabi anayurt herkese aynı ölçüde nimetlerinden yararlandırmamış olabilir. Bu sebeple kimilerinin belki de hiç hatırlamak istemedikleri çocuklukları da vardır. Ama verimsiz, susuz kalmış, terk edilmiş topraklar da olsa kim anayurdundan/vatanından sonsuza dek ayrı kalabilir? Yaşarken kavuşamasa bile ölüsünün, anayurdunda sonsuzluğa intikal etmesini isteyen gurbet kuşu gibi bir gün hepimiz bir yerlerde çocukluğumuza kavuşuruz, bir şekilde… Bir oyuncak mağazasında çocuğu için oyuncak seçen bir babanın elinin her seferinde oyuncak trenlere gitmesi bir tesadüf müdür acaba? Veyahut şiddet ile büyümüş, büyütülmüş birinin atipik halleri, takıntı vaziyetleri çok mu olağandışıdır dersiniz? Hayır, bu sonuçlar ne tesadüf ne olağanüstüdür BENCE. Bunlar çocukluğumuzda deforme edilmiş ya da tam aksine ekilmiş sağlıklı tohumların ruhumuz ve bedenimiz üzerindeki ürünleridir… Bu bedenler ve ruhlar da ekilen tohumun kalitesine göre hayatın her bir farklı noktasına konuşlanır; köşe kapmaca oynayan çocuklar gibi… Senin, benim, bizim gibi... Kimimizin altın, kimimizin bronz kadar da olsa çocukluğumuza biçtiğimiz bir değer mevcuttur. Ve belki de sevmiyorsak ‘kırmızı’ rengi küçük bir kızın bu konudaki fikrini almakta fayda vardır, değil mi sevgili Okuyan?
F.Hande BATMAZ