Anacığımızın rahminden başımızı uzattığımız bir günden ararız sevdayı. Onun ancak görebileceğin ve gösterebileceğin müddetçe ta şuranda olduğunu bilemeyiz. Birilerine Seni Seviyorum der, aşka düşmeyi pek şahane buluruz. Anlatmaya çalışırız; yüreğin en derin köşelerinde, kuytularında bize ait yaraları görmesini bekleriz. Aşkı şehvetin kardeşi bilir, yanılırız. Değil yüreğe, çeperine bir milim yaklaşanı kudretli sahibimiz ilan ederiz. Birini sevmeden evvel önce hep sevilmeyi bekleriz. Çoğalmak yerine kalabalıklaşmayı seçeriz. Gülen yüzümüz bir Sheakspeare oyun kahramanıdır, belli etmeyiz. Yol almaya çalıştıkça, yoldaşlarımızca yolda bırakılırız. Kanımız donmuştur artık vefasızlıktan, kalp gözünün bile feri sönmüştür. Gelişimin, yenilenmenin, üretmenin ve var olmanın ağır yükünü çekeriz.
Pek sonra…
Geri dönmemek üzere gitmek isteriz.
İşte burada hayat, kimisinin gitmesine izin vermez. Çünkü ‘hayat’ vücuda gelmiş insanın, dili geniş zamanlı halidir. Dili geniştir…Geçmiş verilmiş hesaplarıyla geleceğe umut, ‘Şimdi’ ise duyguların 'o an' cevabıdır insana.
‘Hayat’ kucaklamayı hayal edemeyeceğin kadar gerçektir. Evet yanılmıyorum, çünkü ‘hayat’ın da eli, kolu, bacağı ve diğer uzuvları vardır. Kucağına alıp bir yangından serin sulara atabilir seni mesela. Kızgın topraktan akarsuları çağlatabilir kolaylıkla. Bu yüzden ‘hayat’ sahip olduğunu sandığının ötesinde dört koldan seni kuşatan, nefesiyle kucaklayan bir gerçektir aslında.
Hayat ışığımızın daima yar ve yardımcımız olması dileğiyle,
Feride Hande BATMAZ