Büyük ideallerin anavatanı çocukluktur. Bunu ideallerimizi şekillendirdiğimiz olgun çağlarımızda ancak fark ederiz. O çocukluğun doğru yönlendirilmiş hayal gücü ile nasıl kuvvetli bir sermaye olduğunu da işte tam bu noktada, bu yaşta pek iyi anlarız.
Üstad Sunay Akın tarafından bu ülkeye armağan edilmiş Oyuncak Müzesi’ni gezerken çocukluğun ne büyük bir dünya olduğuna kanaat getirmiş oldum. Müzede Cumhuriyet’imizin çeşitli dönemlerine ait oyuncaklar, her bir dönemin kendi hikâyesiyle Sunay Akın’ın tatlı sesinden usulca anlatılıyor. Ülkemizdeki oyuncak severlerin ve Sunay Akın’ın kendi koleksiyonundan bağışladığı oyuncaklar dışında Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve dünyanın dört bir yanından getirtilmiş olan oyuncaklar da müzede yerlerini almışlar. İster istemez sonunu sosyal bir gerçekliğe bağladığım bir karşılaştırma yapıyorum. İdeallerin nasıl da çocuk toprağına ekilip gerçeğe dönüştürüldüğünü görüyorum.
Uzay oyuncakları katını gezerken 1900’lü yılların başında Amerika’da piyasa arz olunmuş oyuncaklar hayli dikkatimi çekiyor. Bu dönemde henüz uzaya canlı- cansız bir varlığın gitmemiş olduğunu hatırlatarak oyuncakların içeriğine değinmek istiyorum. Bu dönemdeki oyuncakların tamamı uzaya gönderilmiş uzay araçları, şekli şemali tasarlanmış astronotlar ve bağlı aksanlar ile tam karşımda duruyorlar. Amerikalı çocukların geleceklerini adeta tasarlayan bu oyuncakların varlığını kıskanıyorum. Ve Sunay Akın’ın kulaklığıma dokunan sesi diğer bölümlerde olmadığı kadar hassasiyet oluşturuyor ben de. Çünkü 1900’lü yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde çocukların ideallerine oyun vasıtasıyla geleceğe yatırım yapılırken, bizim ülkemizde o dönemde piyasa sürülen oyuncaklar canımı sıkıyor, içimi burkuyor. Şu canım tarihi, birikimi olan toprakların genç beyinlerine oyuncak olarak verilen şeyin adının ‘Kaynanasını Şikâyet Eden Damat’ olarak verilmesi, ne demek istediğimi açıkça anlatıyor sanırım. Ve bir kez daha ülkelerin geleceklerinin, yetiştirdikleri çocuklarının hayallerine ve ideallerine birincil bir gerçekle bağlı olduğuna kanaat getiriyorum.
Birçoğumuz çocukluğumuzda “Aman kızım/oğlum düşersin.” “ Sakın haa! Elin yanar, uf olur.” Tembihleriyle, çocuk zihinlerimize korkunun setleri, ahlak kavramının bilinçsiz tutumları ile yetiştiriliyoruz. Bunu görmek o kadar kolay ki, bir müzede oyuncak diye basite indirgediğimiz bir şeyde apaçık önünüze çıkıveriyor.
Çocuk, geleceğin teminatı, bugünün yegâne sermayesidir. Bu yüzden bir çocuğun ayrılmaz bir parçası olan oyuncakların da bir ülkenin kaderinde bu kadar mühim bir yeri vardır. Ve bu yüzden bu ülkenin bir zamanların minik Sunay Akın’ı gibi oyuncak hayallerini ideallerine dönüştüren insanlara pek çok ihtiyacı vardır.
Sevgiyle,
Feride Hande BATMAZ